Ekonomi Notları: 5.10.2006

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Bugün biraz büyümeden bahsetmeye karar vermiştik, Büyümenin arkasında ne var?

 

Hasan Ersel: Ekonomi büyümeye devam ediyor. Hiç olmazsa, elimizdeki göstergeler onu gösteriyor... Ama o göstergelerden bahsedeyim; Haziran sonrası için ekonominin bütünü hakkında bilgimiz yok, onu söyleyelim. Sadece sanayi rakamları var. Kalanını gözlemlerimizle destekliyoruz diyelim, dolayısıyla yanılma payı çok yüksek. Rakamlar TÜİK’in rakamları.

 

Haziran’da %11.2 artmış sanayi üretimi, Temmuz’da da %9.5 artmış. Epey hızlı gidiyor. İzlenimim, Ağustos’ta da yüksekçe olacağı bu rakamın. Dolayısıyla şöyle demek mümkün, üretimde gözle görülür ciddi bir yavaşlama yok. Biraz daha dolaylı göstergelere bakalım, ithalat Haziran’da %21.3 artmış, Temmuz’da %19.6 artmış, Ağustos’ta %15.6 artmış. Bu artış bir önceki yılın aynı dönemine oranla. Rakamlarda biraz azalma var denebilir. Ancak bu mevsimlik etmenlerin baz etkisi (geçen yıl artış hızı) hesaba katmadan pek anlam taşıyan bir değerlendirme değil. İhracat fena değil; ihracatta Haziran’da %28.3 artış var, Temmuz’da %20.5 artış var, Ağustos’ta da %19.4’lük bir artış var. Üretim artışı tabiatıyla ihracaattan etkileniyor; mal satabilmeniz için üretmeniz lazım. Ancak üretim artışını uyaranın sadece bu olmadığı da anlaşılıyor. Alın ihracat rakamını, sanayinin üretim değerine bakın, bir de iç pazar için ürettiğine bakın. İç pazarda belli bir canlılık var, bu arada aylık bazda dış ticaret açığımız da büyüyor. Haziran’da 4.3 milyar dolarmış, Temmuz’da 4.5 milyar dolar olmuş, Ağustos’ta ise 5.2 milyar dolara çıkmış. Bu artışı fazla abartmamak gerek, ama yüksek olduğu açık. Yani ayda 4.5 milyar dolar dolayında bir dış ticaret açığı veriyoruz, bunu saptayalım, yoksa “5.2’ye çıktı, ne felaket” denecek bir olay olduğunu sanmıyorum, onlar ayrı, tesadüfi şeyler.

 

ÖM: Ayda 4.5 dolayında bir artış veriliyor, bu artarak mı gidiyor, yoksa sabit mi artış  hızı?

 

HE: Korkutucu bir artış olduğunu söyleyebileceğimi sanmıyorum ama ulaştığı düzey, ayda 4-5 milyar dolar arasında bir rakama oturuyor ki, bu rakam yüksek, çünkü sonuçta bizim cari açığımızı besleyen en önemli kalem bu dış ticaret açığımız, dolayısıyla o büyüyor.

 

Ekonominin çok çabuk yavaşlayacağı konusunda fikirler vardı, ben pek katılmıyordum, yavaşlamadı, yavaşlayamıyor bu ekonomi, çünkü iç talep kuvvetli ve onu kısmak için de çok gayret yok, zor da. Bir kere iç talep “harcamalarınızı kesin!” emriyle kesilmez. Başka önlemler almak gerek. Bu önlemlerin çoğu da antipatik, unutmamak lazım, ne de olsa seçim konjonktüründeyiz. Seçim konjonktürü illa ki kamu açıklarını patlatıp ekonomiyi batıran politikaların olduğu bir dönem değildir, ama biraz daha rahat davranılan bir ortamdır. Bu sadece bizde değil, bütün demokrasilerde gözleniyor çeşitli oranlarda. Bizde de böyle bir durum var. Yalnız bunun cari açığa vurma olayına dikkat etmek lazım. Niye dikkat edelim? Yılın ilk 6 ayına, Haziran’a kadar olan döneme dönelim; bu dönemde de biz hızlı büyüdük, cari açığımız yüksekti, konuşmuştuk. Dendi ki “cari açık büyüyor ama çok da dert değil, çünkü Türkiye’ye doğrudan sermaye geliyor.” Cari açığı iki türlü finanse edebiliriz, ya borç alırız ya da insanlar gelip burada iş yapmak üzere para getirirler, o para borcu arttırmaz. İleride bunlar kâr transferi yaptıklarında etki yaratır ama o başka bir şey. Bu arada Hazine Müsteşarlığı dış borç rakamlarımızı açıkladı. Dış borç rakamlarımızda yılın ilk 6 ayında meydana gelen artış 22.5 milyar dolar.

 

ÖM: Çok yüksek tabii.

 

HE: Çok kaba bir oran vereyim: Bu rakamın, aynı dönemde yaptığımız yatırımlara oranı %58 ediyor.

 

ÖM: Ne demek bu?

 

HE: 1 liralık yatırım yaptığımızda, sanki bunun 58 kuruşunu borç alarak yapmışız dışarıdan gibi. Şimdi bu korkulacak bir rakam mıdır, değil midir konuşabiliriz, tartışılabilir bir alan, ama bir nokta açık, bizim cari açığımızın büyümesinin dış borcumuzu arttırmadığını söylemek bence gerçekçi değil.

 

“Yabancı doğrudan sermaye gelirse bu iş çözülür” ifadesinin doğru olup olmadığı bence ayrıca tartışılacak bir konu. Bu yılın ilk yarısında, Macaristan’da bir olay var. Macaristan’a gelmiş olan yabancı sermaye beklenenden daha fazla kâr transferi yapmış. Dikkatinizi çekeyim, sermayesini alıp gitmiş falan değil. Sermayesi orada duruyor. Kârını da alıp gitmiş değil. Sadece kârından her zaman transfer ettiğinden biraz daha fazla transfer etmiş, ama ödemeler dengesini fena halde bozdu. Çünkü bu ödemeler dengesinden kaynak çıkışı demektir. Macaristan’da tek problem bu değil, ama bu da var. Dolayısıyla dışarıdan kaynak teminine dayalı büyüdüğünüz zaman, sonunda ödemeler dengesinin bir yerinde etki yaratabileceğini aklınızda tutmanız lazım. Cari açıktaki büyümeye bu şekilde baktığımız zaman ve bir de büyümenin şu andaki görünümüne baktığımız zaman, biz cari açıkla biraz daha yaşayacağız gibi geliyor. Önümüzdeki dönemde, yetkililerin beyanlarına rağmen, Türkiye’nin cari açığını bugün olduğundan ciddi bir şekilde daha aşağı çekilecek şekilde iç talebi kısmaya yönelebileceğini ben hiç sanmıyorum. Bu tabii bir risk biriktiriyor, yani önümüzdeki dönemde bu böyle devam ederse, bizim cari açığımız daha da yüksek olacak. Yılın ilk yarısında dış borçların artışının bileşimine bakarsak, kamu dış borç stoku düşmüş durumda. Merkez Bankası’nın çok hafif bir borç artışı var fakat onu da kamuya eklerseniz yine düşüyor. Bütün dış borç artışı özel kesimden geliyor. Bu önemli bir nokta, yani iş yapabilmek için özel kesim dışarıdan borçlanmak durumunda kalmış. Demek ki bizim içeride bir sorunumuz var, bu sorun da iç finans sisteminden yeterince kaynak bulunamıyor olması. “İç finans sistemi niye bu kaynağı veremiyor?” diye sorduğunuz zaman, sistemin kendi problemleri olabilir ama bir başka olay ortaya çıkıyor: Tasarruflarımız yetmiyor. Yani biz harcamayı daha çok seviyoruz, pek kısmıyoruz. Zaten son 2 yılda gördüğümüz en büyük değişiklik Türkiye’de, özel kesimin tasarruf eğiliminin ciddi biçimde düşmesi. Bunu düşünmek lazım, niye düştü? Ne oldu da düşüverdi? O konulara bir bakmamız lazım, çünkü bu harcama eğilimimizin, sonunda da cari açığı arttıran faktör.

 

Daha evvel bir tahminde bulunmuştum, “yılın son çeyreğinde bu Haziran’da alınan önlemler etkisini gösterir, ekonomi yavaşlar”, diye. Çok fikrimi değiştirdiğimi söyleyemeyeceğim ama bu yavaşlamanın çok da fazla olmayacağını düşünüyorum şimdi. Yani ekonominin büyümesini destekleyen faktörler daha güçlü. Önümüzü düşünürken iç talepten gelen baskının çok fazla törpülenemeyeceğini düşündüğümü söylüyorum. Dolayısıyla bu büyümenin önümüzdeki dönemde fazla düşmeyeceğini düşünüyorum ama bunun siyasi konjonktürle de bir arada tutuyorum. Seçime giden dönemde hükümet iç talebi düşürecek önlem alamaz.

 

“Peki bunun ne sakıncası var?” denilebilir. Cari açık dışında, 0nu konuştuk. Bir de enflasyon rakamlarına dikkat etmek lazım, mesela Eylül ayında TÜFE aylık % 1.2 gibi yüksek bir oran çıktı. “Felaket” anlamında değil de, yüksekçe çıktı. Enflasyon açısından çok rahat olmayabiliriz bu yıl ve gelecek yıl. Enflasyonun açıklanan hedef düzeyine getirilmesi umudu bence pek yok. Enflasyon kendi yolunda belki biraz düşer, ama bu iç talep baskısı olduğu müddetçe, pek az olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla, gelecek yılı düşünürken enflasyonun biraz düşse bile hızlıca sayılabilecek bir yerde olacağı, cari açıktaki büyümenin devam edebileceği söylenebilir. Tabii, bir terslik olmadığı takdirde. O zaman bütün bunlar değişir.

 

Galiba da bütün bu çerçeveyi değiştirebilmek için çok temelli bir şeye bakmamız lazım. Hep reform lafı ediliyor, herkes sıkıldı, ama tasarruf eğilimini yükseltecek önlemler almak, özendirimler geliştirmek gerek. Bu iş öyle faiz yükselterek olmaz. Çünkü benim param yoks, faiz kaç olursa olsun tasarruf edemem. Faiz tasarrufun biçimini değiştirir, yani bankaya mevduat mı yapacağım yoksa hisse senedi mi alacağım, onları etkiler, tasarruf hacmini etkilemez. Ama Türkiye’deki o değişikliği düzeltmek lazım, bir de tabii biraz daha uzun vadeli düşünüp, Türkiye’nin dış ticaret açığını büyütmeyecek, tercihen küçültecek bir sanayileşmeyi nasıl yapabileceği sorusunu sormamız lazım.

 

ÖM: Ama genelde bakıldığı zaman çok negatif bir tablonun çıktığı söylenemez herhalde?

 

HE: Yok bu anlamda bir şey yok, yalnız bir anlamda negatif, bu göstergeler dünya konjonktüründe veya Türkiye bağlamında bir olumsuzlukla birleşirse fena çalışır. Onu söyleyebilirim, yani Türkiye açısından bir risk unsuru olduğu anlamına geliyor.

 

(5 Ekim 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)